Usta oyuncu Abidin Yerebakan’dan iddialı çıkış: Kurtlar Vadisi’nden sonra daha iyisi gelmedi!


Usta oyuncu Abidin Yerebakan, Sabah Günaydın YouTube kanalında “Biyografi’k” programının yeni bölüm konuğu oldu. Yerebakan, kariyer sürecine ve sanat hayatına dair Yasemin Durna’ya samimi açıklamalarda bulundu. “Egolu oyunculardan iğreniyorum, nefret ediyorum” diyen Yerebakan; Osman Sınav’dan öğrendiği en büyük dersleri, Osman Wöber’le set anılarını ve Kurtlar Vadisi’nin perde arkasını anlattı. “Bana göre Kurtlar Vadisi 97. bölümde bitti” sözleriyle dikkat çeken oyuncu, ödül törenlerine dair eleştirilerini, sosyal medyadaki ‘fenomen oyuncu’ tartışmalarını ve Kolpaçino’daki unutulmaz anılarını da paylaştı. İşte röportajın tüm detayları…

-Neler yapıyorsunuz?
Elimizden geleni yapıyoruz. Hayat iyi gidiyor çok şükür. Türkiye gibiyiz. Genç ama dimdik.
“GELİN BİRKAÇ SAHNEDE OYNATALIM, HATIRA KALIR” DEDİLER
-Lise dönemine kadar Rize’de geçen bir gençlik… Nasıl günlerdi? Oyunculuk serüveni nasıl gelişti?
Çok iyiydi. Oyunculuk tabii hepimizin olduğu gibi okul dönemlerinde amatör olarak tiyatro, müsamere olurdu hepimizde. Ama benim eğitimim oyunculuk değildi. Daha doğrusu eğitimli bir oyuncu değilim, alaylı diye tabir ettiğimiz bir oyuncuyum. 2002 yılına kadar devlet hastanesinde çalışıyordum. Ömer Lütfi Mete vardı, Allah rahmet eylesin. Hem gazeteci yazardı hem de senaristti. İşte Deli Yürek, Kurtar Vadisi gibi eserlerin senaristiydi. Onunla tanışmıştık o dönemde. Kurtar Vadisi’nin başlama aşamasıydı. Kurusıkı atabilen otomatik silaha ihtiyaç var. O zaman da ithal yasak Türkiye’de. Dolayısıyla burada öyle bir silah yok. Ama Osman Sınav, Raci Şaşmaz bunlar gerçeğe çok önem veren yapımcılar oldukları için istediler ki kurusıkı atabilen otomatik silah kullanalım. Yani gerçekçi olsun. Ben de Rize Ardeşenliyim, Ardeşen’de silah fabrikası var. “Orada yaptırabilir miyiz?” diye aradılar, ben de dedim ki “Ağabey sen istedikten sonra yapamama lüksümüz yoktur. Yaparız.” Kalktılar geldiler. Ben beklemiyordum hemen geleceklerini, geldiler. Gittik mühendislerle konuştuk, dediler ki “Yaparız ama bunun süresi var. Bunun İçişleri Bakanı’ndan, Milli Savunma Bakanlığı’ndan izinleri var falan filan. Bunun kalıbı dökülecek falan bir sürü şey. Dediler ki “Bizim o kadar vaktimiz yok.” E yapacak bir şey yok. Öyle uğurladık onlara gittiler ama bu adamlar ne kadar vefalı adamlar ki, aradılar beni “Siz bizim için uğraştınız. Teşekkür ediyorum. Olmadı ama canınız sağ olsun. Biz de sizin için bir jest yapmak istiyoruz. Gelin sizi birkaç sahnede oynatalım. O da sizde hatıra kalsın.” dediler. İyi dedik kalktık geldik. Yıl 2002-2003. Geliş o geldi işte. Oyunculuk öyle başladı.
-O zaman ilk işiniz Kurtlar Vadisi mi oluyor?
İlk Kurtlar Valisi değil. Ben Kurtlar Valisi için geldim ama hemen başlayamadım. Ben zannediyorum ki akşam yazacaklar sabah sete çıkacağız. Öyle değil. Bayağı bir beklettiler beni burada. Geldik, çağırdık, çağırıyoruz. Şekillenmedi daha bilmem ne. O arada ben de sürekli bunları zorluyorum. Çünkü hastanede izinliyim, yıllık izni kullanıyorum. İzin bitiyor. İşte arayacağız diyorlar aramıyorlar. O arada Ömer ağabey (Lütfi Mete) “Başka bir iş yazıyorum. Seni oraya göndereyim hem kamera önü eğitimin olur. Tecrüben olur.” dedi. Petek Dinçöz ve Hakan Ural’ın oynadığı “Bir Yıldız Tutuldu” diye bir dizi vardı. İlk kamera deneyimi budur. Ondan sonra Kurtlar Vadisi.
GÜNÜN EN ÖNEMLİ MANŞETLERİ İÇİN TIKLAYIN

KURTLAR VADİSİ’NDEN SONRA DAHA İYİSİ GELMEDİ
-Kurtlar Vadisi dizisi kült olmuş bir projeydi. Sizce daha iyisi geldi mi Kurtlar Vadisi’nden sonra?
Gelsin. Gelmedi. Osman Sınav, Allah rahmet eylesin, çok başka bir kafadaydı. Ufku inanılmaz geniş bir adamdı. Kurtlar Vadisi’nden önce Deli Yürek diye bir iş yapmıştı. Miroğlu karakterine eleştirmenler özellikle dediler ki “Bu mafya dizisi.” Yahu değil ama “Mafya dizisi” şeklinde yorumladılar. Osman Sınav’la Ömer Lütfi Mete de dediler ki “Biz bir mafya dizisi yapalım. Görsünler mafya dizisi neymiş.” Öyle oldu bu Kurtlar Vadisi. Ama ben herhalde bu sektörün en şanslılarındanım çünkü ben Şampiyonlar Ligi’nde çalıştım adeta. Öyle büyük oyuncularla çalışma fırsatım oldu ki benim… Tarif edemem. Yani Türkiye’nin en büyükleriyle çalıştım. Bu benim için inanılmaz bir akademiydi. Hani konservatuar ne ki diyebileceğiniz türden. Çünkü Türkiye’nin en büyük oyuncuları. Gerek oyunculuk adına gerek dublaj adına. Ben onlarla çalışma fırsatı buldum şükürler olsun. Belki de beni buraya taşıyan işte o isimlerdi. Çünkü onlardan ders almadığınız halde öyle bir öğreniyorsunuz ki… Onlar size ders verdiklerini bilmiyorlar, siz ders aldığınızı bilmiyorsunuz ama öğreniyorsunuz. Öyle büyük hocalarla çalışma şansım oldu şükürler olsun.
-Böylesine büyük bir projenin kamera arkasında neler yaşandığını merak ediyoruz. Var mı bizimle paylaşabileceğiniz set anıları?
Çok güzel şeyler yaşanıyor tabii ki. Kamera arkası dediğimiz özellikle çok güzel şeylerin yaşandığı yerdir. Bir örnek vereyim size. Kolpaçino’yu çekiyoruz yıl 2009. Ekrem öldü, vuruldu öldü. Ona bir makyaj yapıldı, ölü makyajı. Ölü makyajı çok sert bir şeydir bilirsiniz. Yüzünüzü kaşımanız yasak. Çünkü bozuluyor makyajınız. Uyumanız yasak. Çünkü uyursanız elinizi götürebilirsiniz ve plastik makyaj çok zahmetli bir şey. Akşam 8’de makyaj yapıldı bana. Sabah 5 oldu hala başlamadık çekime. Ama sabrediyoruz, kaşımıyoruz falan filan böyle. Sabah 6 gibi bizi arabaya aldılar. Arkada oturuyoruz. İki yüz metre geride kamera, amorstan arabayı gördü. “Kestik, geçmiş olsun bitti” dediler. Bizi görmedi. İşte kamera arkasının orası beni öyle bir delirtti ki… İşte böyle ne kadar zor ama ne kadar güzel bir anı.

O BENİM İÇİN ÇOK BÜYÜK BİR DERSTİ, O GÜNDEN SONRA HEP ABİDİN OLDUM
-Araya girmeyeyim diye soramadım… Siz Kurtlar Vadisi’nden önce başka projede rol alıyorsunuz, ardından Kurtlar Vadisi’yle başlıyorsunuz. O arada hastaneden de yıllık izin almıştınız. Sonra bir daha hastaneye dönmediniz mi?
Siz olsaydınız bir daha gider miydiniz? Tabii ki istifa ettik. Artık bu sektörün insanı olduk. Sonrasında benim hedefim hep çıtayı bir tık daha yukarıya çıkarabilmek oldu. Bunun için de sadece senaryoya bağlı yaparsanız aşamıyorsunuz bir şeyleri. Bir şey koymak zorundasınız üzerine. Bir gün ben biraz büyük oynamak istedim. Çünkü ben çıkmalıyım. Bu heves de var içimde. Osman Sınav, “Abidin 5 dakika ara veriyoruz. Sen gel sana yeni aldığım silahı göstereyim” dedi. “Tamam hocam” dedim. Yangın merdivenine gittik. Kapıyı çekti, bana bir kızdı. “Ulan hayvan, niye oynuyorsun?” dedi. Şaşırdım, “Niye oynamayayım, oynamak için buradayız.” Dedi ki “Oğlum Abidin’i oynama. Bunu istemiyorum. Abidin ol.” Bu ne kadar sihirli bir laf biliyor musun? Oynama ol. Büyük oynamak iyi oyunculuk değildir. Doğal oynamak iyi oyunculuktur. O benim için çok büyük bir dersti. O günden sonra hep Abidin oldum.
-Karakterinizin ismi de Abidin’di…
Evet. Bu da benim şansım oldu ama. Ben Abidin’im diye olmadı. Çünkü ben oraya gitmeden o yazılmıştı zaten. İşte tevafuk. 20. bölüme kadar da dublaj yapılıyordu bana. Çünkü benim dublaj yapabileceğim kimin aklına gelebilir ki? Benim bile aklıma gelmez. Ben dublaj bilmem ki… 15. bölümler falandı. Dedim ki “Ya ağabey ben kendi sesimi istiyorum.” Çünkü Türkiye’nin en iyi dublaj sanatçısı da olsa sizin ruhunuzu yansıtmaz. Yansıtmıyor yani. Bir de o zamanlar sesli çekmiyorduk. “Yapamazsın ki” dediler. Dedim “Yaparım.” Bir iki dublaja gönderdiler beni. “Bir bak, gözlemle” dediler. Baktım, yaptım. İlk girdiğimde de oldu. Hatta dublaj yönetmeni dedi ki “Siz sahtekar mısınız?” Dedim “Kur’an çarpsın yapmadım, ilk defa yapıyorum.” Ama rahmetli Osman Wöber’i gözlemledim tabii. Beraber gitmiştik. Osman Wöber büyük ustaydı. Öyle başladı. 20. bölümden itibaren kendim kendim konuşmaya başladım. İşte bana göre Abidin o zaman fark edildi. Çünkü benim sesim ve tonlamam daha sıcak geldi insanlara. O yüzden Abidin bana göre 20. bölümden sonra fark edildi.

ONA PARTNER OLMAK BENİM İÇİN BÜYÜK ŞANSTI
-Bahsetmişken Osman Wöber ile ilişkinizi de sormak isterim. Kurtlar Vadisi’nde Tuncay Kantarcı karakterinin sağ koluydunuz. Kendisiyle sette, dışarıda nasıl bir ilişkiniz vardı, neler söyleyebilirsiniz?
Osman Wöber bambaşka bir insandı yani. Biliyorsunuz kendisi Avusturya asıllı Türk’tü. Annesi Samsunlu, babası Alman. Ama çok mükemmel bir insandı. Çok iyi bir ustaydı. Zaten Devlet Tiyatrosu’nun müdürüydü. Yıllarca müdürlük yapmış. Ona partner olmak benim için büyük bir şanstı. Onunla 97 bölüm beraberdik. Çok şey aldım ondan. Çok şey kazandım. Ve çok ilginç bir şey söyleyeceğim. Biz başladığımızda, yeni tanıştığımızda konuşurduk. Hem birbirimizi tanımak adına hem de birbirimizden bilgi alabilmek adına. İslamiyet’i konuşurduk mesela. İslam nasıl bir dindir? Dedim ki en son, “Osman ağabey, ben o kadar donanımlı değilim. Tamam Müslümanım elhamdülillah ama o kadar donanımım yok. İzin verirsen, sen meraklıysan, ben sana Elmalı Hamdi Hoca’nın bir tefsirini hediye edeyim. Vakit buldukça okursun, okumayı da severdi Osman ağabey. Onu ona hediye ettim. Sete getirdim verdim. Çok heyecanlandığım bir şey söyleyeyim. Umarım benim katkım olmuştur diye söyleyeceğim. Kızı Irmak mesaj attı. Dedi ki, “Babam Osman Wöber kalp krizi neticesinde vefat etmiştir. Cenazesi Teşvikiye Camisi’nden…” orayı okudum, orada koptum. Çünkü camiden kalktığına göre artık Müslümandı. Çok heyecanlandım, çok duygulandım. Acaba benim bir katkım olmuş mudur, bilmiyorum. Ama her ne olduysa oldu, Osman Wöber, benim çok etkilendiğim, çok şaşırdığım bir şey daha yapmış oldu bana o dönemde. Çok iyi bir dosttu, çok iyi bir babaydı. Programın süresi yetmez Osman Wöber’i anlatmaya. Doğru. Ama ben şanslıymışım ki öyle bir partnerim oldu.
Haber Kaynak : SABAH.COM.TR
“Yayınlanan tüm haber ve diğer içerikler ile ilgili olarak yasal bildirimlerinizi bize iletişim sayfası üzerinden iletiniz. En kısa süre içerisinde bildirimlerinize geri dönüş sağlanılacaktır.”